Telif Hakkı Ve Dini Kitapların Satışı Caiz Midir?

Halil Günenç Hocaefendi’ye Dair
Mardin Savur’da doğar. Eski usul medrese eğitimi üzerine yetişir. On iki yaşlarında Suriye’ye giderek 8-9 yıl kadar M. Latif Anudi’den, Türkiye’de Abdulvehhab (aynı isimde iki farklı hocadan) hocalardan ve Nurşin’de Şeyh Mâşuk Efendi’den dersler alır. Âlet ilimlerini ve Â’lî ilimleri titizlikle tahsil eder. Halfeti, Kızıltepe ve Urfa müftülüğü vazifelerinde bulunduktan sonra Diyânet İşleri Başkanlığı’nın Haseki Eğitim Merkezinde Fıkıh ve Tefsir hocalığı yapar. Çeşitli gazete ve dergilerde makaleleri yayımlanır. Harran Üniversitesi tarafından Fahrî Doktorluk payesi, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ‘’Türkiye Müftülüğü’’ payesine haiz görülür. Arapça eserleriyle Türkiye’de olduğu gibi Arap dünyasında da yakından tanınıp ilgiyle takip edilir, ilim çevreleri tarafından itibar edilir. ALLAH Teala Halil Günenç Hocaefendiyi muhafaza eylesin. Âmîn.

Eserleri:
– Büyük Şafiî ilmihal.
– Günümüz Meselelerine Fetvalar (2 cilt,),
– Tenvir-ül Kulûb (Arapça),
– er-Resul (Arapça),
– er-Risaletü’t-Ahmediyye (Arapça)
– el-Mucizatül-Kur-‘aniyye (Arapça),
– Reidü’ş-Şebal (Arapça),
– Nesefi Tefsiri Haşiyesi (Arapça),
– Erbain-i Neveviye Şerhi,
– İslâmın Sesi,
– Şafiî Cep İlmihali,

Türkiye Müftüsü Ünvanı Hakkında
Türkiye Müftüsü: Halil Gönenç
Halil Gönenç hoca, çok iyi Arapça bilen, çalışmalarını daha çok Şâfî Mezhebi üzerinde yoğunlaştırmış bir âlim. Günümüzdeki birçok meseleye çözüm getirdiğinden, hiç susmayan telefonlarını hiç şikâyet etmeden cevapladığından, tüm Türkiye’de aranan bir isim olduğundan kendisine Türkiye Müftüsü deniliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda şu anda hiç bir müftü yoktur ki hocadan ders almamış olsun. Ya kendisinden ya da talebelerinden… Müftülerin hocası değil, müftülerin hocalarının da hocasıdır. Haseki Eğitim Merkezi’nin ilk hocalarından. Haseki Eğitim Merkezi, her türlü donanıma sahip müftü ve vaiz yetiştirilmesi için çok ama çok önemli bir kurum.

Nakil Yaptığımız Kitabı Hakkında:
Eser Adı: Günümüz Meselelerine Fetvalar
Müellifi: Halil Günenç
Yayınevi: Yasin Yayınevi
İnsanların sorunlarının ve sorularının giriftleştiği günümüzde, ilmin vakar ve haysiyetini koruyan, fetvalarını “semavilikten arziliğe” indirmeyen, dini hayat adına laubalileşmiş insanların “ama bu zamanda mecburuz” yollu ruhsatları zorlama ve fetva koparma isteklerine karşı, sınırları taşırmayan ve aşındırmayan Fıkıh âlimlerimizin kıymeti daha çok anlaşılıyor.

Hoca arkadaşları tarafından kendisine birçok unvan verilmekle beraber, birçok meseleyi anında çözmesi sebebiyle ‘Hallalu’l -Meşakil’(Müşkülleri halleden), yine günün yirmi dört saati kendisine sorulan sorulara büyük bir sabırla cevap vermesi hasebiyle ‘Türkiye Müftüsü’ ünvanları verilmiş. Kendisine ‘Türkiye Müftüsü’ lakabını yakıştıran Haseki hocalarından muhterem Ali Rıza Temel Hocamız, Halil Hocaefendi’nin ilim kulvarındaki o bitmez tükenmez enerjisini ve sabrını Mevlana’nın şu beytiyle özetlemeye çalışır:
Mademki Halil’sin, ateşten hiç korkma, emin ol, için rahat etsin. Ben, ateşi sana yüzlerce gül bahçesi yaparım.’
Halil Hocamız için şöyle denmiştir; “Bugün İslami fıkıh kitapları yansa veya kaybolup yok olsa, Halil Hoca onların hepsini yeniden yazıp, tekrar ihya edecek bilgi ve beceriye sahiptir. Onun bu konuda zorlanmayacak kadar iyi bir üstad olduğu kabul edilmelidir.”
Merhum Abdurrahman Gürses Hocaefendi ise şu ifadeleri kullanır; “Bu Halil Hocayı İslam âleminin hangi üniversitesine koyarsanız koyun, oradaki hocalara taş çıkartır.”
Hocamız “Fetvalar” adlı bu eserinde her konuda karşımıza çıkabilecek meselelere, kaynaklarına inerek, meseleyi fazla ayrıntıda boğmadan, net cevaplar vermiş. Maalesef günümüz insanı okumaya zaman bulamadığı için, birçok dini meseleye internetten cevap aramaya çalışıyor. Çok yazık. Hâlbuki mesela sadece şu şaheseri dahi ciddi bir şekilde okuyan bayağı bir birikim kazanmış olur. Bilgisayar ve televizyon ekranlarının başından kitaba dönmemizin vakti gelmedi mi?

Daha önce İlim Yayınları, Emir Yayıncılık gibi yayınevlerinin de bastığı bu kıymetli eserin tanıtımına-hitam-ı misk olsun diye- merhum Esad Coşan Hocamızın ifadeleriyle son veriyorum;
İşte muhtelif hocaefendilerin çıkarttığı fetvâ kitapları var. Meselâ, Günümüzün Meselelerine Fetvâlar diye Halil Gönenç Hocaefendi’nin, sevdiğimiz hoca kardeşimizin kitapları var; üç cild çıktı. Merak edip bu meseleleri tâkib etmek lâzım, yazıp çizmek lâzım!”

 

MUKADDİME

‘’Sizden herhangi bir ücret istemeyen bu kimselere tâbi olun, çünkü onlar hidayete ermiş kimselerdir.” şeklinde meallendirebileceğimiz Yasin suresinin 21, ‘’Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrimi verecek olan, ancak âlemlerin Rabbidir.’’ şeklinde meallendirebileceğimiz aynı surenin birden fazla ayetinde yer alan ortak mana doğrultusunda Şuara Suresinin 109, ‘’Ben sizden bir ücret istemişsem, o sizin olsun. Ücretim yalnız Allah’a aittir. O, her şeye şahittir.’’ şeklinde meallendirebileceğimiz Sebe Suresinin 47, örnek olarak ayrıca ilave edebileceğimiz, En’âm Sûresi’nin 90, Yûnus Sûresinin 72, Hûd Sûresinin 51, Yûsuf Sûresinin 104, Kehf Sûresi’nin 77. âyeti gibi daha pek çok âyet-i kerîmenin ortak vurgusundan, ayrıca;
‘’Peygamberler dünyanın dinar ve dirhemine varis olmamışlardır, onlar ancak ilme varis olmuşlardır.’’ Ve;
‘’Bir kimse, Allanın rızasını kazanmak maksadı ile tâlim ve tahsil edilmesi gereken ilmi, ancak ve ancak dünya nimetlerinden bir metâa kavuşmak için tâlim ve tahsil ederse; O kimse, kıyamet gününde cen*netin kokusunu duyamaz.’’ hadis-i şeriflerini örnek vermekle iktifâ edip -benzer vurguya dair varid olmuş bulunan pek çok hadis-i şerif olduğunu hatırlatarak- nakletmiş olduğumuz bu hadis-i şeriflerden yola çıkılarak, dîni hizmetler karşılığı ücret alınmasının caiz olup olmayacağının dünden bugüne tartışılmakta olduğuna dikkat çekerek devam edelim.

Eğer ücret alınabilirse, dîn hizmetleri alanı içerisindeki hangi alanlarda alınabilir, hangilerinde alınamaz, hangi öğretme işlerinden ücret alınabilir, hangilerinden alınamaz, ücret karşılığı namaz kıldırma, Kur’ân öğretme mevzuu etrafında söz konusu tartışmalar dönüp durmaktadır. Biz bu gibi işlerin hükmüne dair konulara –bilhassa Mütekaddimîn ve Müteahhirîn Ulemânın görüşleri arasındaki farka- girmeden kısa bir izah naklettikten sonra direkt olarak, İslâmî İlimlere dair kitapların telifi, basımı ve satılmasına dair mes’eleye gelmek istiyoruz.

Daha evvel belirtmiş olduğumuz gibi, konuya geçmeden evvel, âlimlerin ilmi, ALLAH’ın (Celle Celâluhû) Rızasını ummak niyetiyle tahsil edip, ilmin gereğini (kendisine yüklediği sorumluluğu ve zekâtını) bu niyet doğrultusunda yerine getirmekle birlikte, bundan ayrıca maddi kazanç elde etmeleri noktasında genel bir değerlendirmeyi, mes’eleye ışık tutması gayesiyle buraya alıyoruz.

Molla Aliyyül Kâri Mişkat Şerhinde şu satırları yazmıştır:
Tıybî merhum dedi ki:
‘’Bir kimse, dünya metaından kendisine isabet etmesi ile beraber İlmi; Allanın rızası için öğrenirse, bu kişi hadîs-i şerifteki (yukarıda nakletmiş olduğumuz hadis-i şerif) veîdin (cezanın) altına girmez. Zira Allâh’ın rızası İçin çalışırken, dünya nimeti arkasına tâbi olarak geliyor. Binâenaleyh dünya metâı ona tâbidir.’’

Evet hakkın rızasını tahsil için ilim öğrenen bir kişiye, dünya nîmeti kendiliğinden zuhur eder gelirse veya ilme çalışan kişinin takvaya sâhip olmasından dolayı, bilmediği bir yoldan dünya nîmeti ve rızkı gelirse, bu ilâhî rızaya manî değildir. Rizık ve nîmet külfet mukabilinde ilâhî bir lütuftur.

Nitekim bir âyeti kerimede şöyle buyrulmuştur : «Ve kim, Allâh’tan korkarsa, ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder. Birde ona ummadığı yerden rızık verir.»(Talak sûresi, 2-3)

Bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur :
«İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, o günde dinar (altın) ve dirhem (gümüş) den başka hiç bir şey menfaat vermez.»[1]

Ulemâ ve meşayihi kiramdan Süfyân-i Sevrî (R.A) de şöyle diyor : «Erbabı hal ve erbabı takva indinde, daha evvel mal kerih görülürdü. Fakat bugün müminin cenneti (ve îmanın bekçisidir).
— Eğer şu (elimizdeki) dinarlar (altınlar ve paralar] olmasın, bu melikler (padişahlar, emirler ve âmirler) bizi mendillerinin kiri yerine indirirler.

— Binaenaleyh bir kimsenin elinde altın, ve gümüş gibi mallardan bir şey bulunursa, onu ıslah etsin ( onu korusun ve helal ticâretle artırsın) . Zira bulunduğumuz zaman, öyle bir zamandır ki, ihtiyaç olduğu zaman, dînine sarf edeceği ilk şeydir.»[2]

Bu açıklama ve hükümlerden anlaşılmıştır ki, kişi ilme çalışırken rızayı ilâhiyi tahsil gayesi ile çalışacaktır. Dünya ve dünyalık gayesi olmayacaktır. Fakat ilme çalışırken veya ilmi öğretirken dünya malından zuhur eden nimetler veya herhangi bir sebeple malın ilim sahibine gelmesi, ilmin dünyalığa değil mal ve dünyanın ilme tabî olma hâlidir ki, bu bir nevi maddenin mânâya tâbi olması hâlidir. Çünkü dünyaya hizmet edene, dünya meşakkat ve sıkıntı olur. Dîne hizmet eden kimseye de, Dünya hizmet eder.

Halık-i Zülcelâle isnad edilen eserde : «Ey dünya! bana hizmet edene, hizmet et ve şana hizmet edene, meşakkat ol.» vârid olmuştur.[3]

Madde, mânâsız ve mânâda maddesiz, âhiret dünyasız ve dünya âhiretsiz olmayacağına göre, normal bir haldir. Ruh ile bedenin bir birlerine bağlı olması gibidir.

Nitekim büyükler bir sözünde şöyle demişlerdir:

«Dünya, âhiretin tarlasıdır.»

Bir kimse, ilme çalışacağında mutlaka iyi niyyete sâhib olub, sâde ve sâde dünyalık maksadı ile olmamalıdır. İyi niyyetle ilme çalışmayıp, sırf dünyalık için ilim tahsil eden kişinin ilmi lehine değil, aleyhine olur. Bu taktirde de îzâhına çalıştığımız hadis-i şerif’te belirtildiği üzere cehennemi boylar.

[1] Mirkat, C. 5, 82
[2] Mişkat şerhi Mirkat, C. 5,82
[3] el-Medhal,C.3,3l6

 

Şu Kitap Satışı Mes’elesi…

Kitap satışı mes’elesi esasında matbaanın icâdı ve yaygınlaşmasıyla birlikte, dolayısıyla son dönemlerde (yakın geçmişte) tartışılmaya başlanmış bir mes’eledir. Kitapların daha önceleri elle yazarak kopyalama yöntemiyle istinsah edildiğini, ayrıca bu işi meslek haline getirmiş bu işten maddi kazanç elde eden istinsah görevlilerinin yani müstensihlerin bulunduğunu biliyoruz. Bu işi bugün yayınevleri ve matbaalar yapmakta, her birinde insan çalıştırılmakta ve bu kuruluşların giderleriyle birlikte çalışanlara da ayrıca maaş bağlanmaktadır. Kısaca sıralamış olduğumuz bu tür giderlerin yanı sıra bir de bu kuruluşlar vergiye mükellef durumdadır. Hal böyle olunca, kitap satışında bizim burada nakillerle üzerinde duracağımız telif hakkı konusunun yanı sıra işin içerisine çıtayı maddi açıdan yükseltecek farklı etkenler de girmiş olmaktadır. Konunun bu cîheti takdir edersiniz ki herkesin malumu olan bir cîhettir. Bu sebeple, işin bu tarafıyla fazla yer işgal etmeden bilhassa telif hakkı bağlamında kitap satışı konusuna dair ilgili fetvaları hocamızın başta belirtmiş olduğumuz kitabından nakletmek istiyoruz.

 

MÜNHASIRAN DİNİ KİTAPLARIN SATIŞI TİCARETİ
VE
TELİF HAKKI MEVZUUNA DAİR FETVALAR:

SORU 522 -Telif, tercüme ve telif hakkı ne demektir?
CEVAP: Telif, her hangi bir yazarın kendi görüşlerini yazmak veya başkalarından iktibaslar etmek ve kendinden de bir şeyler eklemek suretiyle bir eser meydana getirmesidir. Burada eserden kastettiğimiz, uzun veya kısa, geniş ya da dar hacimli bir metin veya ibaredir.

Tercüme ise, herhangi bir eseri bir lisandan başka bir lisana çevirmek, aktarmak manalarına gelmektedir. Tercüme edilen eserde, sadece lafız mütercime mana ise müellifine (yazarına) aittir. Telif edilen eserdeyse, lafız ve mana müellife aittir, ancak müellif eserini meydana getirirken başka kimselerin eserlerinden iktibaslar etmek yoluyla yararlanmış da olabilir.

Ancak ben, diğer sorulara geçmeden önce İslam’da telif hakkı var mıdır, yok mudur; bu konuda İslam hukukçularının görüşleri nelerdir, onu kısaca bir mukaddime şeklinde vermek isterim.
İslam hukukuna göre alışverişin rükünleri beştir:
1) Bayi, yani satıcı,
2) Müşteri, yani alıcı,
3) Müsmen, yani satılık mal,
4) Semen, yani satılan malın bedeli,
5) Siga, yani icab ve kabul.
Bu beş rüknün veya bunlardan birkaçının ya da birinin eksik olması halinde yapılan bir alış veriş, İslam hukukuna göre sahih değildir.

Bu rükünlerden her birinin de kendine has birtakım şartları vardır. Burada bu şartları tek tek açıklamaya kalkışacak olursak söz çok uzar. Bunun için sadece sorunuzu gayet yakından ilgilendiren üçüncü rüknün, yani müsmen dediğimiz satılık malın üzerinde birazcık durmak istiyorum.

Satılık mal demek, Hanefi fıkhına göre elle tutulan, gözle görülen yararlı bir meta demektir. Şayet bir şey elle tutulup gözle görülmüyorsa, faydalı da değilse fıkhen buna mal denilmez.

Ed-Durru’l Munteka. İbnu Abidin ve diğer Hanefi fıkıh kitaplarının tümü bunu böylece ifade etmektedirler.

Şufa Hakkı bunlardan birisidir. Mesela birinin bir arsada sizinle ortaklığı veya komşuluğu vardır, sizin kendi hissenizi ya da arsanızı satmaya kalkışmanız halinde o ortağınızın veya komşunuzun müdahale edip sattığınız arsanın bedelini vererek onu satın alma hakkı vardır ki buna Şufa Hakkı denir. İslam’a göre Şufa hakkı satılamaz. Yani Şufa Hakkına sahip olan bir kimse, bu hakkını bir baş kasına satamaz. Çünkü hukuku mücerrededendir, elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır.

İşte telif hakkı da bu kabil haklardandır. Elle tutulup gözle görülmeyen bir haktır. Bir kitap satılabilir. Ben başkasının yazdığı bir kitabı veya kendi yazdığım bir kitabı, elle yazmak suretiyle kopye etsem, istinsah etsem; o kopyayı, o nüshayı başkasına satabilirim. Burada satış söz konusudur. Çünkü orada elle tutulan gözle görülen bir mal vardır. Ama telif hakkı dediğimiz şey, yukarıda tarifi geçen hukuku mücerrededendir ve onun satışı olamaz. Çünkü bu, mal tarifi içine giren bir şey değildir.

Buna göre ben, elimde bulunan herhangi bir eserin fotokopisini çektirebilir veya tab ettirebilirim. Çünkü benim elimde bir kitap vardır ve ben o kitabın maliki olduğum için kendi malım olan bu kitabı istediğim usulle çoğaltıp satabilirim. Yalnız zamanın alimleri malın tarifini genişleterek elle tutulmayan ve g özle görülmeyen şey faydalı olduktan sonra malın şümulüne almışlar, tercüme ve icad gibi şeylerin haklarının satışını caiz görüyorlar. Şafii kitapları da menfaati mal sayıyorlar.

SORU 523 -Müellifin kitap üzerinde, içindeki bilgiler üzerinde bir hakkı var mıdır?
CEVAP: Açıklamaya çalışayım. Mesela, bir kimsenin evi vardır, ben o evin fotoğrafını çekebilirim ve fotoğraf çekmek için veya çektim diye para ödemek zorunda da değilim. Herhangi bir manzaranın fotoğrafını para vermeksizin çekebilirim, çünkü söz konusu şeyler, “mal” sayılmamaktadır. Ne satılabilir, ne de satın alınabilir.

Ancak Müteahhirin ulema yani daha sonraki devirlerde gelmiş alimler buna karşı çıkmışlardır. Her ne kadar fıkıh kitaplarımız malı ayrı (elle tutulup gözle görülen bir şey) olarak tarif etmişlerse de, bu tarif o zamana göre yapılmış tır, ama zaman değişmiş tir. Değişen zamanla birlikte mal mefhumu da değişmiştir. O tarif o zamana göre yapılmış içtihadi bir tariftir. O devirde matbaa olmadığı için herhangi bir yazar, kitabının başkaları tarafından istinsah edilmesini, çoğaltılmasını, böylece daha çok insanın eserini okuyup istifade etmesini, yazdıklarının halk arasında yayılmasını zaten arzu ediyordu. Üstelik satmaya kalksa alıcı da bulamazdı. Matbaa ortaya çıktıktan, kağıt çoğaldıktan sonra, pek çok şahıs kitap bastırmak suretiyle alış veriş e başladı ve bu iş ticaret haline geldi. Kitapçılık, yayıncılık, matbaacılık… birer ticari meslek oldu.

Bunları göz önüne alan zamanımızdaki pek çok alim, zamanın değişmesiyle mal mefhumunun (kavramının) değiştiğini beyan etmişlerdir. Buna göre bir şey, ister bir ayn olsun, is ter bir menfaat olsun mademki fayda veriyor- mücerred hak da olsa maldır. O zaman bu malın alışverişi söz konusu olur, şeklinde fetva vermişlerdir.

Böylece fetva veren şahıslardan bazıları şunlardır: Abdurrahman El-Imadi, El- Lakani… Bunlar ve aynı görüşte olan diğer alimler, -tabii doğrudan teliften söz etmiyorlar- örfün değişmesi sebebiyle örfe göre bu hakların satışı caizdir, görüşündedirler.

Son dönemin meşhur fakihlerinden Mustafa Ahmed Ez-Zerka da, “mütekavvem olan her şeyin ister ayrı olsun, is ter hukuk ve menafı olsun alışveriş i caizdir” diye fetva veriyor. Şam Üniversitesi Şeriat Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ahmed El-Haci El-Kürdi de ” telif ve tercüme, dini bir hizmet olduğu için alışverişi caiz değildir. Bu tür hizmetler sadece Allah rızasını kazanmak için yapılmalıdır. Ayrıca bunlar her alimin en önde gelen görevleri arasındadır. Her alim mutlaka hem lisanıyla hem de kalemiyle İs lam’a hizmet etmekle mükelleftir. Öyleyse hiçbir suretle yazılan veya tercüme edilen eseri satmak caiz değildir” diyor.

Prof. Dr. Salahaddin Abdüllatif isimli alim de, zamanımızda örfün değişmesi sebebiyle, malın tarifi de değişmiştir, malın tarifinin içtihadı bir tarif olduğunu, dolayısıyla mal mefhumunun da değişmiş bulunduğunu söyleyerek Ahmed El-Haci El-Kürdi’ye it iraz ediyor.

Benim de kanatime göre, mademki malın tarifi içtihadidir. Zaman ve örf değişmiştir. Öyleyse telif hakkının varlığından söz edebiliriz. Telif hakkı mal sayılır. Alışverişi de caizdir. Elbette müellif veya mütercimin Allah için yazması ve tercüme etmesi icab eder. Allah için yazmazsa, manen yararlanamayacaktır. Ama piyasaya arz etmek için de telif hakkını satabilir kanaatindeyim. Zaten telif veya tercümelerin satışı yeni bir hadisedir. Matbaanın bulunuşundan sonra ortaya çıkmıştır. Değilse Selef-i Salihin devrinde var olan bir şey değildir.

SORU 524 -Telif ve tercüme için ücret verilmiyor veya az ücret veriliyor diyerek bu faaliyetlerden vazgeçenlerin durumu ne olur?

CEVAP: Daha önce de dediğimiz gibi, her alim lisanıyla ve kalemiyle İslam’ı tebliğ etmekle, başkalarına ulaştırıp anlatmakla mükelleftir. Bunu yaparken veya yapacakken para meselelerinden dolayı bunlardan vazgeçerse, elbette mesuldür. “Hakkı beyan etmeyen kimse dilsiz şeytandır” diye Peygamber (s av)’in hadisleri vardır. Bunun için para meselelerinden dolayı telif ve tercümeden vazgeçilemez. Ama gerektiğinde eserini, şu şahsa değil de başka bir şahsa verebilir. Para için teliften, tercümeden vazgeçmek cinayettir.

Özellikle günümüzde Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar tebliğsiz kalmışlardır. Maalesef İslam’ı onlara gerektiği biçimde tebliğ edemedik. Bir insan, hakkı beyan edebilecek durumdayken bunu yapmazsa ilmi ketmetmiş (gizlemiş) olur. Peygamber (s av) de: “Kim ki hakkı ehline izah etmezse, ketmederse, kıyamet günü ateş ten bir gemle gemlenir” buyurmuşlardır.

SORU 525 -Ulema halktan gelecek her soruya cevap vermek, kendisinden istenen her konuda telif ve tercüme yapmak zorunda mıdır?

CEVAP: Bir alim, cevap verebileceği sorulara, -hüsnü niyetle sorulduktan sonra- elbette cevap vermek zorundadır. Çünkü eline İs lam’ı öğretme fırsatı geçmiştir. Ama eser yazmak için herkesin teklifini de kabul etmek zorunda değildir. Zamanı müsait olabilir, olmayabilir ya da yapılan teklif yetersiz olabilir. Eser yazmak ve tercüme yapmak için yapılan teklif yerinde ve faydalı ise Müslüman, İslam için bunu yapmak zorundadır. Ama her teklifi de kabul etmek zorunda değildir. İmkanı varsa, durumu müsaits e, faydalı ise yazmalı ve tercüme etmelidir. Para için vazgeçmek doğru değildir.

SORU 526 -Bugün için telif, tercüme ve yayın faaliyetleri ibadet halinden çıkıp ticaret haline dönüşmüş gibi, ne dersiniz?

CEVAP: Peygamber Efendimiz (s av) ebedi aleme göç ettikten sonra Hz. Ebubekir (r.a) halife seçildi. Seçimden sonra da kendisinin ve ailesinin geçimini temin için çarşıya gitmek istedi. Giderken Hz. Ömer (r.a)’a rastladı. Hz. Ömer (r.a): -Ey Allah’ın Resulü’nün halifesi, nereye gidiyorsun? diye sordu. O da: Alış veriş yapmak için çarşıya gitmek zorundayım, dedi. Hz. Ömer (r.a):
-Sen halife seçildin. Hilafet in işleri çoktur ve s en onları yürütmekle mükellefsin. Artık ticaretle uğraşamazsın. Onun için beytülmal (Devlet Hazinesi)’nden maaş almalısın. Onunla geçimini sağlarsın, diye teklif etti ve neticede böyle oldu. Bundan dolayı Hulefa-yı Raşidin geçimlerini sağlamak için beytülmaldan maaş alıyorlardı. Fakat gayeleri maaş almak değil, İslam’a hizmet etmekti. Nitekim tarih boyunca İslam’da kamu kurumlarında çalışanların devletten maaş aldıklarını görüyoruz. Ama gayeleri maaş almak değil, geçimlerini sağlamak olmuştur, olmalıdır.

Şimdi buradan hareket edilerek, kitap ticaretiyle uğraşmanın meşru, yani İslam’a uygun olduğuna hükmedilir. İmam-ı Nevevi (r.a), El- Mecmu adlı kitabında kitap ticareti yapmakta bir sakınca olmadığını kaydeder. Tabii bu iş i yapan kişinin gayesi bir cihetten İslam’a hizmet etmek, diğer bir cihetten de geçimini sağlamak olmalıdır. Yalnız bu ticaretin aynı zamanda ibadet sayılabilmesi için İslam’a hizmet gaye edinilmelidir. Bu gayeyi taşımıyorsa ibadet olamaz, sadece ticaret olur.

 

SORU 527 -Müellif veya mütercim, hazırladığı es erin ikinci baskısının yayın hakkının kendisinde kalmasını şart koşabilir mi?

CEVAP: Ulema-yı müteahbirine göre bunu şart koşabilir ve bu ikinci baskının hatta daha sonraki baskılarının yayın hakkını başka bir yayıncıya satabilir.

SORU 528 -Birinci baskının yayın hakkı satıldıktan sonra daha sonraki baskıların yayın hakkı hemen satılabilir mi yoksa birinci baskının satışının bitmesi mi beklenmelidir?

CEVAP: Müellif ile yayıncı arasında birinci baskının kitapları tükenmedikçe ikinci baskının yapılmayacağına dair bir anlaşmaya varılmışsa, ikinci baskının telif hakkının satılması caiz değildir. Özellikle Maliki mezhebine göre verilen vade bağlı kalmak vaciptir. Vadine uymayan kimse de cezaya müstehaktır. Yalnız günümüzde yayıncının elinde birinci baskıdan kitap kaldığı müddetçe ikinci baskının yapılmaması örf haline gelmiştir. Bu örfe riayet etmek gerekir.

SORU 529 -Bir es erden iktibas eden kişi, eserin yazarından izin almak zorunda mıdır? Ayrıca iktibas için telif ücreti ödemeli midir?

CEVAP: Ulema-yı müteahhirine göre telif, mal mefhumu içine girmektedir. İktibas için müsaade alınmalı, hatta telif ücreti ödenmelidir. Değilse, dinen ceza gerektirmeyen fikri bir suç işlemiş olur.

SORU 530 -Müellif veya mütercim, eserini hazırlamadan yayıncıya gidip kendisini arz ediyor: Şöyle kabiliyetlerim var, şunları yapabilirim diye, yayıncıyla bir eserin hazırlanması üzerine anlaşıyor. Burada telif hakkının durumu nedir?

CEVAP: Dört mezhebe göre, mevcut olmayan bir şeyin satışı caiz değildir. Ancak Şafii mezhebine göre cealet yoluyla caizdir. Cealet nedir? Cealet, bir kimsenin mesela şu kadar çimento, şeker vs… getirirsen, şu kadar para v. b. vereceğim diye anlaşma yapmasıdır. Dolayısıyla yayıncı, yazara ya da mütercime kitap ısmarlasa, bu cealet yoluyla ve Şafii mezhebine göre caizdir. Ama bu bir alış veriş değildir. Yalnız yayıncı da yazar da bitmeden önce iş in herhangi bir safhasında bundan vazgeçme hakkına sahiptirler.

SORU 531 -Müellifin yeni baskıları yapan kitabından ücret almaması hususunda görüşünüz nedir?

CEVAP: Bu husus anlaşmaya bağlıdır. Şayet birinci baskının telif hakkı satılmışsa, sonraki baskıların basımı ve satışı için yeniden telif hakkı ödenmelidir. Telif hakkı ödenmeden yeni bas kılar yapılması caiz değildir.

SORU 532 -Telif hakkı olarak müellife yüzde üzerinden para veriliyor. Bu İslami midir?
CEVAP: Bu bir alış veriş olduğundan anlaşmaya bağlıdır. Yeter ki gabn-i fahiş (çok yüksek fiyat ) meydana gelmesin.

SORU 533 -Bu durumda yayıncı diyor ki, biz bu yüzdeyi kitabın etiketi üzerinden hesaplayarak veriyoruz. Etiket fiyatı da eserin kağıdından cildine kadar kalitesi ile ilgili bir konu. Müellif aynı emeği harcamasına rağmen eserin örneğin ciltli veya ciltsiz oluşuna göre çok farklı ücret alıyor. Halbuki harcamayı biz yapıyoruz. Bunun onunla ilgisi yok, diyorlar.

CEVAP: Arz ettiğim şekilde bu mademki maldır. Öyleyse bayi ile müşterinin mutabakatına bağlı bir şeydir. Ucuz veya pahalı nasıl anlaşılırsa. Neticede bir alışveriş tir. Tarafların anlaşmasına bağlıdır tamamen.

SORU 534 -Teyp ve video kasetlerinin de telif hakkı var mıdır?

CEVAP: Vardır. Bunlarda eser olduklarına göre eser olmaları bakımından bunlar için de telif hakları vardır. Ancak ticaret kastı olmaksızın tek bir kaset veya video çekimi söz konusuysa, iş değişir. Örfen buna bir şey denmez. Ancak ticaret yapmak maksadıyla külliyetli bir miktarda çoğaltma olmuşsa telif ücreti ödemeye tabi olur.

SİYASETEN KATL YA DA GEREKTİĞİNDE EVLAT-KARDEŞ KATLİNE DAİR BİR NOTTA BİR ANEKDOT

SİYASETEN KATL YA DA GEREKTİĞİNDE EVLAT-KARDEŞ KATLİNE DAİR BİR NOTTA BİR ANEKDOT

Siyaseten Katl (Evlat ve kardeş katli de dahil) konusu doğrultusunda Mısıroğlu haklı olarak çok kritik bir soru soruyor;

‘’ 1. Murad’ın oğlu ve taht naibi Savcı Bey ile Bizans Kralı V. Yoannis Paleologos’un taht naibi ve oğlu IV. Andronikos Palaiologos babalarına karşı ortaklaşa bir isyanda bulunurlar. Her iki baba da oğullarının isyanlarını bastırır ve gözlerine mil çektirirler. Osmanlı Padişahı oğlunun iki gözüne birden mil çektirirken Bizans Kralı, Osmanlı Hükümdarından daha insaflı (!) davranır ve oğlunun tek gözüne mil çektirir. Osmanlı Hükümdarı, oğlunun bir başka isyana araç olarak kullanıldığını görünce onu öldürtür. Bizan Kralı ise oğlunun mahpushanedeki bütün dalaverelerine rağmen ona kıyamaz ve nihayetinde bu oğul bir şekilde mahpushaneden çıktıktan sonra tekrar isyan çıkartır. Bu isyanda onbinlerce kişi ölür ve sonuçta babayla kardeş zindana atılırlar. Sonra da dış bağlantılarla mahpustan çıkan bu şahıslarla isyanlar devam eder, kargaşalar böylece sürüp gider. Osmanlı’da ise bu padişah döneminde bir daha isyan yaşanmaz, 1. Murad bu vesileyle hükümdarlığını ömrünün sonuna kadar iç problem yaşamadan yürütür. Ayrıca ‘’Sultan’’olarak anılan ilk Osmanlı Padişahı olarak önemli fütûhâta imza atar. Bizans ise Osmanlı’nın aksine, Venedikliler’in manipülasyonları ve yönlendirmelerine maruz kalmak suretiyle buhranlı dönemler yaşamaya devam eder.’’

Mısıroğlu soruyor haklı olarak. Milletin(in) varlığı, huzuru ve Devletin(in) bütünlüğü-bekâsı noktasında kimin yaptığı daha isabetlidir? Kim haklı çıkmıştır?

Siyaseten Katl mevzuunu çalakalem değerlendirmekten uzak durmalı. İşin Efendimiz Aleyhissalâtu Vesselâm’a kadar uzanan bir cîheti, ayrıca tarih boyu uygulamalarda isabetli olan ve olmayan tarafları vardır. Dolayısıyla, her bir hadiseyi ayrıca ele alıp değerlendirmek lazımdır. Darlanmaya, gaza gelmeye lüzum yoktur.

Not. Muhterem Kadir Mısıroğlu’nun 15 Şubat 2014 Tarihli Cumartesi sohbetinden yola çıkılarak hazırlanmıştır.

DI GIRAND FÂDIR

DI GIRAND FÂDIR

 

grandfather

 

Sıfatında meymenet yoktu ama göründüğü gibi değildi asla! Asil duruşunun yanında tam bir karakter abidesi, adalet topacıydı. Mahallenin hem bâtınî (saygınlık) anlamda hem de zâhirî (nesep/zürriyet bakımından) anlamda Gırand Fâdırıydı. Yemedi, yedirdi bütün kedilere. Yiyeceği kadar alır, kimseye ilişmezdi. Hastaydı yediden yetmişe mahallenin bütün (dişi) kedileri kendisine ama o bu zaafları asla kullanmazdı. Herkese kol-kanat gererdi. Korurdu, kollardı.

Bir patide bir hatta iki (yok mu artıran) kediyi nakavt edecek kuvvetteydi ama ‘’kontrolsüz güç, güç değildir’’ der, bu gücünü gerekmedikçe kullanmazdı. Kullandığında da cidden adalet için, garibanı korumak için kullanırdı. Zenginden, et-tavuk yiyenlerden alıp, çöp karıştırmaktan ağzının, burnunun yarası eksik olmayanlara verirdi. Adeta bir Robin Hood’du, Bazen Yusuf Miroğlu, bazen Polat Alemdar, bazense Çakır’dı.

İhtiyarladı ama ektiğini biçiyor. Genç, coşkun kediler dahi ona ilişmiyor. O geldiğinde yemek yiyen kalabalık yarılıp ona yer açıyor. Yiyeceği kadarını yerken herkes onu saygıyla bekliyor. Edebini hala muhafaza edip kalan yemeği büyük bir tevazu ile onlara sunuyor. Kimse horlamıyor onu! Ayağıma dolanma ulan moruk da demiyor…

O şimdi son günlerinde ama motor sevdası bitmek tükenmek bilmedi. Vaktiyle çok Jawalara bindi, Jawalardan indi MZ’lere bindi, BMW ve Japon motorları gırla giderken her birine salça oldu… Kısa süreliğine de olsa bir bakıma, arabaların ve motorların hepsi onundu. Çok vitesler büyüttü, çok vitesler küçülttü, kilometre kadranlarının anasını, asfaltların yedi sülalesini ağlattı…

Fabrikadan çıkan sıfır arabaların üstüne binip ilk kirleten, boyasını çizerek ırzına ilk geçen o oldu. Soğuk günlerde, motoru henüz stop etmiş arabaların sıcacık kaputunun üzerine oturarak ısınmak, sıcak günlerde ise, yatması adet haline getirilmiş soğuk arabaların altına yatıp gölgelenmek vazgeçmediği hobilerindendi.

Onu son görüşümde bitkinliğine ve tükenmişliğine rağmen bütün karizmasıyla Jinlun 150 (Jl-150) mavi bir chopper motosikletin ön çamurluğunda oturuyordu. Göz göze geldik, bakıştık. Sanki bana; ‘’abi ben gidiciyim yay beni, herkese duyur, nâmım yürüsün. Googıllarda arama yapıldığında çıkayım. Ben gideceğim ama torunlarım, zürriyetim Gölcük/Değirmendere sokaklarında nâmımı yürütecekler, sen de hakkını helal et, çok ekmeğinizi yedim…’’ der gibiydi.

Tevazu yapıyor hıyar, fazla bakmamıştık oysa ki. Öyle yemeğimizi ahım şahım yemişliği de yoktur. Neyse… Ben de bu son arzusunu yerine getireyim, kırmayayım onu, yayayım internetlere dedim. Bloga da ekleyeyim hiç olmazsa googıllarda çıksın dedim.

Güle güle GIRAND FÂDIR! Karış topraklara…